Kemal Kılıçdaroğlu, 20 Nisan tarihinde Twitter hesabından “memur Teoman” başlığıyla yaptığı paylaşım ile, 17/25 Aralık 2013 operasyonlarıyla tüm ülkenin gündemine “rüşvet almayan memur” olarak düşen Teoman Coşkun Dudak’ı evinde ziyaret ettiğini duyurdu. Ziyaret sonunda yaptığı açıklamada ise, Teoman Coşkun Dudak’ın isminin geçtiği tapeleri, önceden hazırlanmış notları üzerinden tek tek okudu. Bu ziyaret Kılıçdaroğlu’nun yıllardır sürdürdüğü “yolsuzlukla mücadele” politikasının bir parçası gibi görünse de, aynı zamanda on binlerce insanın kaderini etkileyecek bir sürecin ilk işareti de olabilir.
17 Aralık 2013 tarihinde Türkiye, güne ardı arkası kesilmeyen “gözaltı” haberleriyle uyandı. Bakan çocuklarından iş insanlarına kadar sayısız isim gözaltına alınıyor, televizyonlarda Cumhuriyet tarihin en büyük yolsuzluk operasyonunun yapıldığı konuşuluyordu. Yurttaşlar, gözaltına alınan isimlerin şaşkınlığını henüz üstünden atamamışken, başta Twitter olmak üzere pek çok sosyal medya platformundan operasyona dayanak gösterilen ses kayıtları yayımlanmaya başladı. Bahsi geçen ses kayıtlarında, devasa bir rüşvet ağından, pek çok insanın ne kadar yer kaplayacağını bile hesaplayamadığı büyüklükte rüşvet paralarından bahsediliyordu. Bugün iktidar bloğunda olan MHP de dahil olmak üzere, o tarihte muhalif olan tüm siyasi parti liderleri bu operasyonu destekledi. İktidar kanadı ise, ses kayıtlarının montaj olduğunu, yapılanan operasyonun sahte ve yasa dışı yollarla elde edilmiş delillere dayandığını iddia etti. Soruşturma kapsamında yapılan savcı değişiklikleri ile başlayan süreç, operasyonu yapan polislerin tutuklanması ve soruşturma kapsamında kovuşturmaya yer olmadığı kararları verilmesi ile neticelendi. Böylece 17/25 Aralık 2013 soruşturmaları kapsamındaki iddialar, yargılamaya dönüşmeden gündemden düşürülmüş oldu. Ta ki 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimine kadar.
15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminden sonra başlatılan soruşturmalar ile soruşturma makamlarının tanımlamasıyla “Fettullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması” mensubu olduğu iddiasıyla bugüne dek yüzbinlerce insan yargılandı ve cezalandırıldı. Yine aynı iddialar kapsamında takriben 130.000 insan kamu görevinden ihraç edildi.
İşte tam da bu noktada 17/25 Aralık 2013 soruşturmaları tekrar gündeme geldi. İktidar, o tarihe kadar kapattığı 17/25 Aralık 2013 defterini yeniden açtı ve bu soruşturmayı, 15 Temmuz sonrasında başlatılan “FETÖ/PDY” üyesi olmak kapsamındaki silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasını konu alan tüm yargılamaların milat tarihi haline getirdi.
Hali hazırda yürütülmekte olan “FETÖ/PDY” konulu yargılamalarda, silahlı terör örgütü üyesi olarak cezalandırılmak için gerekli görülen bir kısım kriterler var. Bunlar kısaca; sohbet isimli toplantılara katılmak, KHK’lar ile kapatılan okullarda eğitim görmüş olmak, yine KHK’lar ile kapatılan kurumlarda çalışmak, Bank Asya’ya para yatırmak, KHK’lar ile kapatılmış dernek ve vakıflara üye olmak, bunlara bağış yapmak, ByLock isimli programı kullanmış olmak, ankesörlü telefonlardan aranmak olarak özetlenebilir.
Tüm kamuoyunun bildiği üzere, bugün iktidar tarafından “FETÖ/PDY” olarak tanımlanan oluşum, 21 yıllık AKP iktidarının uzunca bir döneminde “Gülen cemaati” olarak tanımlanıyordu. Öyle ki iktidar mensupları için “Gülen cemaati” aynı zamanda bir hizmet hareketi, Fettullah Gülen ise bir hocaydı. Dolayısıyla bugün silahlı terör örgütü üyeliği yargılamalarında “kriter” kabul edilen eylemlerin çok büyük bir kısmı, geçmişte iktidar mensupları tarafından bizzat gerçekleştirilmişti. İktidar mensuplarının tamamına yakınının çocukları, aynı iktidarın bakanlar kurulu tarafından imzalanan OHAL KHK’ları ile kapatılan okullarda eğitim almış, dernek ve vakıflarda faaliyetler yürütmüştü. Sohbet toplantıları AKP milletvekilleri ile yakınlarının da sıklıkla katıldığı toplantılardı. Pek çok AKP’li isim Bank Asya’da hesap sahibiydi. Hal böyle olmasına rağmen bu insanların ve yakınlarının bugün yargılanmıyor oluşunun tek sebebi, sanıldığının aksine isme özel bir “kayrılma hali” değil. Gerçek şu ki; 15 Temmuz yargılamalarında, iddianameler ile başlayıp Yargıtay içtihatları ile neticelenen bir süreçle, iktidar mensupları “17/25 Aralık kriteri” gerekçe gösterilerek kitlesel olarak yargılanmaktan kurtarıldılar.
17/25 Aralık sürecinde, AKP ile dönemin “cemaati” arasında adeta bir savaş başladı. Öyle ki, bugün iddianamelerde “silahlı terör örgütü ismi” olarak geçen “paralel devlet yapılanması” tanımlaması bile bu süreçle birlikte ortaya çıkmıştı. AKP o dönemde yurttaşlara, “paralel devlet yapılanması” olarak tanımladıkları oluşumun tüm kurumlarıyla olan irtibatlarını kesmelerini “buyurdu”. Özü itibariyle tamamen siyasi olan bu çağrıya uyup uymama hali ise 15 Temmuz 2016’dan sonra, hukukun katledilmesiyle birlikte “terörist olmak ya da olmamak” arasındaki tek belirleyici etken haline dönüştü. Zira hali hazırda devam etmekte olan “FETÖ/PDY” konulu yargılamaların en az %80’inde belirleyici olan unsur, yukarıda sıralanan “kriterlerin” 17/25 Aralık tarihinden sonra gerçekleşip gerçekleşmediğidir. Yani bugün yargılanan insanların önemli bir kısmı, bu eylemleri 17/25 Aralık 2013 tarihinden sonra gerçekleştirdikleri için yargılanıyorlar. İddianamelerde yer alan bu “milat tarihi” ise 17/25 Aralık operasyonlarını kapsayan soruşturmalar hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesine dayandırılıyor.
İşte tam da bu noktada Kemal KIlıçdaroğlu’nun ziyareti önem kazanıyor. Memur Teoman, 17/25 Aralık tapelerinde ismi geçen bir memur. Başka bir değişle, iktidarın varlığını inkar ettiği, soruşturmaya atadığı savcıların kovuşturmaya yer olmadığı kararı verdiği tapelerde ismi geçen memur. Kılıçdaroğlu ise yalnızca memur Teoman’ı ziyaret etmekle kalmadı, ziyaret sonrasında yaptığı basın açıklamasında inkar edilen tapeleri, önceden hazırlanmış notlarına bakarak satır satır okudu.
Peki 17/25 Aralık dosyası yeniden açılırsa ne olacak? Peşinen söyleyeyim, bugün yürütülen yargılamalarda 17/25 Aralık sürecinin bir “milat tarihi” olarak belirlenmesi her hal ve şartta hukuka aykırıdır. Yurttaşlar haklı ya da haksız olduğuna bakılmaksızın, siyasi otoritenin söylemleri doğrultusunda hareket etmedikleri için cezalandırılamaz. Bir eylem gerçekleştirildiği tarihte suç değilken, sadece siyasi iktidarın söylemleri gerekçe gösterilerek yıllar sonra silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasına konu edilemez. Bu yönüyle 17/25 Aralık operasyonları baştan sona gerçek de olsa tamamen hayal ürünü de olsa, yargılamalarda bir “milat tarihi” olarak belirlenmiş olması tek kelimeyle hukuk katliamıdır.
Bu ziyaret ile verilen mesaj çok açık. Kılıçdaroğlu tapelerin gerçekliğine inanıyor. Bu tapelerin gerçek olduğuna inanan bir siyasi tutumun, sayısı yüz binleri aşmış yurttaşın, 17/25 Aralık sürecinde siyasi iktidarın söylemleri doğrultusunda hareket etmediği için cezalandırılmasını savunması beklenemez. Zira denklem çok basit; memur Teoman’ın dürüst memur olduğunu savunuyorsanız, O’na rüşvet teklif edenlerin de suç işlediğine inanıyorsunuzdur. Böyle bir denklemde, günümüz “hukuk” düzeninde dahi soruşturma makamlarının “milat tarihi” teorisinin kabul görmesi mümkün değildir. Şahsi kanaatimce, Kılıçdaroğlu 15 Temmuz sonrasındaki yargılamalarda yaşanan hukuksuzlukları samimi olarak ortadan kaldırmak istiyor. Ancak iktidara geldiği gün bu yargılamaları yapan, kararlara imza atan binlerce hakim ve savcı ile karşılaşacağının farkında. Bu yüzden tek hamle ile tüm süreci tersine çevirmeyi hedefliyor. Kısacası görünen o ki, eğer iktidar değişirse yargı o meşhur güne yani başladığı yere geri dönecek; 17 Aralık 2013.
Gizay DULKADİR