15 Temmuzun hemen akabinde ilan edilen ve iki yıl süren olağanüstü hal dönemi KHK’ları ile 131 bin 922 tedbir gerçekleşti. Bu kapsamda en az 125 bin 678 kamu görevlisi ihraç edildi, 3 bin 213 personelin rütbesi alındı.[i] Bahsi geçen kamu görevinden ihraç ve rütbelerin alınması işlemlerinin tamamı, ilgililerinin isimleri, sicil numaraları gibi kişisel bilgileri herkes tarafından erişilebilecek biçimde yayımlanmak suretiyle yapıldı. Yayımlanan her OHAL KHK’sı ile on binlerce insan, terör örgütleriyle “irtibatlı/iltisaklı” olmakla suçlandı. Hiçbir somut suçlama yöneltilmeden “hain” ilan edilen, “ağaç kökü yesinler” denilerek düşmanlaştırılan sayısız yurttaş, gerçek anlamda bir sosyal ölüme terk edildi. Kamu görevinden ihraç edilenler, yine aynı KHK’lar ile düzenlenen ilave tedbir kararlarıyla, çalışmakta seyahat etmeye kadar , pek çok haklarını da kaybettiler. Tam anlamıyla bir düşman ceza hukuku uygulaması yaşandı. Öyle ki, ilk KHK’lar yayımlandığında, kamu görevinden ihraç edilenlerin bu idari işleme karşı nasıl bir itiraz yolu izleyecekleri dahi belirsizdi.
Elbette OHAL’in yarattığı bu etkiler iki yıl ile sınırlı kalmadı. KHK’ların “kanunlaşması” özü itibariyle olağanüstü halin olağanlaşmasına da yol açtı. Yayımlanan OHAL KHK’larında mevcut “düşmanlık” anlayışı, yargılamalara da aynen sirayet etti. İktidarın söylemleri iddianamelerde “silahlı terör örgütü üyeliği kriterlerine”, OHAL KHK’ları ile adeta icat edilen “irtibat/iltisak” kavramları ise önce OHAL komisyonunun, akabinde idare mahkemelerinin “hukuka uygunluk” gerekçelerine dönüştü. Bugün dahi OHAL KHK’ları, yargı kararlarına ve mevzuata olan etkileriyle hayatımızı dönüştürmeye devam ediyor. Şüphesiz ki bu dönüşüm, daha az demokrasi daha çok “tek adam” yönüne doğru gerçekleşiyor.
En başta yargı olmak üzere, devlet mekanizmasının tamamına yapılan bu iki yıllık sistematik müdahale, esasında hepimizin hayatını doğrudan etkiliyor. Ancak hiç şüphe yok ki, bu etkiyi en yakından hissedenler, işleri, unvanları ve tüm sosyal hayatları bir anda ellerinden alınıp, devletin en tepesinden “hain” ilan edilen KHK’lılar ve aileleri oluyor.
Cumhuriyet tarihi boyunca çok fazla insan “hain” ilan edildi. Ancak 15 Temmuz sürecinde yaşanan boyutta, bu derece geniş kitlelere ulaşan ve adeta “piyangonun kime vuracağının belli olmadığı” türden bir “hain” ilan etme süreci hiç yaşanmamıştı. Bu artarak devam eden listelerle “hain” ilan edilme hali, beraberinde bir mücadeleyi doğurdu. Bu mücadele gün geçtikçe KHK’lıları daha görünür ve politik hale getirdi. Kitleler halinde “hain” ilan edilen bu yurttaşlar, kitleler halinde insan hakları mücadelesi veren on binlere dönüştü. Bu mücadelenin taçlandığı yer ise Türkiye Büyük Millet Meclisi oldu.
Türkiye ilk kez, 24 Haziran 2018’de yapılan seçimler ile “KHK’lı Milletvekili” kavramıyla tanıştı. Artık TBMM, Ömer Faruk Gergerlioğlu’ndan, Anayasa Hukuku Profesörü İbrahim Kaboğlu’na kadar pek çok KHK’lı milletvekilinin, yurttaşları temsil ettiği bir meclis haline gelmişti.
KHK’lıların milletvekili olmasının önemli sebep ve sonuçları var. Öncelikli sebep elbette “temsil”. KHK’lılar, birinci derece yakınlarıyla birlikte değerlendirildiğinde milyonlarca insanı temsil ediyor. İkinci önemli sebep ise “tepki”. OHAL KHK’ları özü itibariyle meclis iradesinin, yani iktidar mensuplarının sık kullandıkları tabirle “millet iradesinin” tam manasıyla yok sayılması anlamına geliyor. Zira, tek adamın kararlarının, Bakanlar Kurulu tarafından imza altına alınmasından ibaret, modern zamanın “padişah fermanları” olan KHK’larla yönetilen bir ülkede, meclis iradesinden bahsetmek mümkün değildir. İşte tam da bu nedenle KHK’lıların milletvekilli olması, bu büyük yok sayma haline verilebilecek ne kuvvetli tepkilerin başında geliyor.
14 Mayıs 2023 tarihinde yapılacak genel seçimlerde, Yeşil Sol Parti, CHP, TİP ve Saadet Partisi listelerinden 26 KHK’lı, milletvekili adayı olarak gösterildi. Muhalefet kanadının iki büyük ittifakı da “KHK’lar iptal edilecek” vaadi ile seçim sürecine başladı.
KHK’lı milletvekili adaylarına baktığımızda aslında KHK gerçeği ile yüzleşiyoruz. İktidarın tüm propaganda araçlarıyla devasa bir örgüt olarak tanımladığı KHK’lılar, bir örgüt olabilecek homojenlikten uzak görünüyorlar. Toplumun her kesiminden, her etnik köken ve inanıştan, her meslek grubu ve siyasi düşünceden KHK’lılar, milletvekili adayı olarak karşımızda. Öğretmenler, hekimler, akademisyenler… Muhafazakarlar, Kürt siyasetçiler, sosyalistler… KHK’lıların en büyük ortak özelliği muhalif olmak gibi görünüyor. Bu yönüyle KHK’lı milletvekili adaylarının bütünü KHK’lıları geniş ölçüde temsil ediyor.
Muhalefet ittifaklarının, KHK’lı milletvekili adaylarını büyük ölçüde seçilebilecek sıralarda göstermiş olması, seçimleri kazanmaları halinde KHK’lara ilişkin söylemlerini gerçekleştireceğine dair güven yaratıyor.
Peki esas mesele nedir? KHK’lıların milletvekili seçilmesi, KHK’ların tüm sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırılması elbette çok kıymetli ancak esas amaç bunlarla sınırlı mı kalmalı? Elbette hayır.
KHK’lar ve OHAL süreci ile toplumda hukuk dışı bir “terör” anlayışı ve hukuksuzluğa karşı duyarsızlık yaratıldı. Her ne kadar KHK’lıların verdikleri mücadele ile yaşanan hukuksuzlukların ifşası noktasında bir başarı elde ettiklerini görmezden gelmek mümkün olmasa da, toplumda yaratılan bu tahribatın giderilmesinin kolay olmayacağı gerçeği de önümüzde duruyor. Geldiğimiz aşamada toplumun önemli bir kesimi, hiçbir silahlı eylemin faili olmayan insanların da “terörist” olabileceğine inandırıldı. Yurttaşların önemli bir kısmı, “olağanüstü şartlarda” on binlerce insanın, somut bir suçlama ve savunma dahi olmaksızın bir gecede tüm hayatlarının ellerinden alınabileceğini kabullendi. Kısacası AKP iktidarı, bu devasa “istisna haline” toplumun önemli bir kesimini ikna etmeyi başardı. Yaratılan bu ötekileştirme üzerinden yapılan siyaset, her türlü fişlemeyi ve jurnalciliği meşru hale getirdi.
Gelinen bu aşamada yapılması gereken, KHK’lar ile yaratılan hukuksuzlukların yanında bu toplumsal tahribatla da mücadele etmektir. KHK’lılar tam da bu nedenle farklı partilerde, başkaca hak ihlallerine uğrayan insanlarla birlikte bir mücadele vermelidir. KHK’lar tüm sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırıldığı gün dahi, KHK’ların toplumun hukuk devleti anlayışında yarattığı tahribat sona ermeyecek, yurttaşların önemli bir kısmı kamu gücünün “gerektiğinde” sert tedbirler almasının sıradan olduğuna inanmaya devam edecektir. KHK’lılar her bir yurttaşa, kendilerine yaşatılan hukuksuzluğun toplumun her bir ferdi için bir tehlike yarattığını anlatana kadar, KHK’ların iptal edilmesi ya da KHK’lıların işlerine dönmesi, ülkemizin adalet düzeninde “içtihat değişikliği” ve “atama kararı” olmaktan öteye gitmeyecektir. Gerçek bir hukuk devleti ve adil düzen için bundan çok daha fazlasına ihtiyacımız var. Gerçek bir iktidar değişikliği için, iktidarın zihinlerde meşrulaştırdığı adaletsizliği, adil bir ülke düzeni ile değiştirmeye ihtiyacımız var. İşte bu yüzden, gerçek bir iktidara giden yolda KHK’lı milletvekillerine büyük bir iş düşüyor. Başarmak zaman alacak belki ama bir gün mutlaka başaracaklar.
Gizay Dulkadir
[i] https://tr.euronews.com/2020/07/15/verilerle-15-temmuz-sonras-ve-ohal-sureci