KILIÇDAROĞLU’NUN İSTİSNASI; KİM BU TERÖRİSTLER?

Türkiye’de her seçim dönemimin olmazsa olmaz tartışması yeniden başladı. Mahkumların af
talebi her geçen gün yükselen bir çığlık halini almışken, muhalefette bu tartışmadaki yerini
aldı.
Kemal Kılıçdaroğlu Twitter hesabından 30.09.2022 tarihinde yaptığı şu açıklama ile kendi
istisna halini sıralayarak “af” anlayışını tanımladı; “terör, taciz, tecavüz ve benzeri suçlar
kapsam dışı kalacak, kader mahkumlarına yönelik olacaktır.”
Kılıçdaroğlu’nun bu tanımında hiç şüphesiz en çok eleştirilen husus “terör” istisnası oldu.
Esasen eleştiriler oldukça haklı ve yerinde. Zira herkesin hemfikir olduğu bir gerçeklik var;
Türkiye’de kimin terörist olduğuna mahkemeler değil iktidar karar veriyor. Bu gerçeği en çok
dile getiren, yargılamalara isyan eden, terör suçları kapsamında yargılanan pek çok isim için
“özürlük” talep eden Kılıçdaroğlu ne yazık ki söz konusu “af” olunca bu haklı eleştirilerini bir
kenara bırakmış gibi görünüyor.
Kılıçdaroğlu’nun af çıkışı ve terör yargılamalarını istisna sayan bakış açısı ne yazık ki beni
çok şaşırtmadı. Zira, CHP terör yargılamaları konusunda bir türlü net bir politik çizgiye
ulaşamadı. Çoğu zaman iki ileri bir geri giden mehter takımı edasıyla, “tanıdık, bilindik”
hukuksuzlukları en sert biçimde eleştirirken başkaca yargılamalara karşı hep üç maymunu
oynadı hatta zaman zaman iktidar söylemlerini kullandı. Peki, iktidarın despot
politikalarından gördükleri zarar yetmezmiş gibi muhalefetten de bir darbe daha yiyen bu
“ötekiler” yani terör suçluları kimdir? Kimlere, hangi gerekçelerle “terörist” diyoruz?
Terörist en basit tanımıyla terör eyleminin failidir. Her terör eyleminin bir faili olmak
zorundadır. Zira terör insan eliyle yaratılan bir kaostur ve doğası gereği gerçekleştiği yerdeki
düzeni bozacak türden bir eylemdir. Peki bozulacak olan düzen kimin düzenidir? Adil bir
düzen midir? Süregelen düzen her zaman korunması gereken midir?
Sayısız ülkede terör eylemlerinin yaşandığı ve bu eylemler nedeniyle sayısız sivil, masum
insanın hayatını kaybettiği bilinen bir gerçektir. Bu nedenle “terör” insanların aklında hep
sınırları aşan, insanlığın ortak bir sorunu olarak yer edinmiştir. Bu bakış açısı bir yönüyle
haklı olmakla birlikte, her dönemde ve coğrafyada iktidar sahipleri, terörün insanların
zihninde yarattığı dehşetten faydalanarak terör anlayışını daha “kişiselleştirilmiş” bir hale
getirmeyi başarmıştır. Birkaç çarpıcı örnekle bunu rahatlıkla anlayabiliriz.
11 Mayıs 1920 günü verilen 1 numaralı Divan-ı Harp kararında bir grup insan, Kuvvayı
Milliye adı altında fitne ve fesat düzenlemek, buna özendirmek, anayasaya aykırı olarak
halktan zorla asker ve para toplamak, bu isteğe uymayanlara işkence ve eza yapmak ve
neticeten ülkeyi yıkmakla suçlanıyordu. Bu suçlamalar neticesinde gıyaben idamlarına ve tüm
malvarlıklarına el konmasına karar verilmişti. İşte bu kararda adı geçen, idam edilmesine
karar verilen ve “Selanikli Mustafa Kemal Efendi” olarak tanımlanan kişi Mustafa Kemal
Atatürk’tü. 11 Mayıs 1920 günü Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, dönemin iktidar
sahiplerinin, düzeni koruyanlarının kurdurduğu Divan-ı Harp kararına göre bir teröristi. 1

2
Tarihte biraz daha ileri gidelim. 9 Ekim 1971 günü Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No.'lu
Mahkemesinde, Tuğgeneral Ali Elverdi mahkeme kararını şu şekilde açıklamıştı;
“Mahkememiz, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını/bir kısmını tağyir, tebdil veya
ilgaya cebren teşebbüs suçunu işlediğinizi sabit gördü. Türk Ceza Kanunu'nun 146/1 maddesi
uyarınca ölüm cezası ile tecziyenize karar verdi. Hüküm bir hafta içinde kabil-i temyizdir,
tutukluluğunuz devam edecektir” Bu kararın muhatabı olan sanıklar Deniz Gezmiş, Yusuf
Aslan ve Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972 günü idam edilmiştir. Bugün yaşayan milyonlarca
yurttaşın ismini borçlu olduğu bu üç genç adam, Türkiye Cumhuriyeti Mahkemelerinin
kesinleşmiş ve hatta infaz edilmiş kararı gereği bir teröristtir. Ancak bu karar yalnızca
dönemin iktidar sahiplerini memnun etmiştir. O iktidar sahiplerinin kurduğu düzen içinde
yaşayan milyonlarca yurttaş, ölümlerinin ardından geçen 50 yıldan sonra dahi Deniz, Yusuf
ve Hüseyin’in terörist olduğunu kabul etmemektedir. Milyonlarca yurttaş için bu üç genç
adam, halkı için canını feda etmiş kahramanlardır. Bu yüzden kararı veren ve idamları büyük
bir zevkle seyreden mahkeme başkanı Ali Elverdi’nin yediği yemeğin nefes borusuna kaçması
sonucu boğularak can vermesi milyonlarca insan nazarında bu üç genç adama yapılan
haksızlığın bir işaretidir.
Peki tarih ilerledikçe bir şeyler değişti diyebilir miyiz? Ya da dünyanın başka yerlerinde terör
anlayışının daha “adil” olduğunu söyleyebilir miyiz? Elbette hayır. Uygur Türkleri neden
toplama kamplarında? Peki ya İsrail mahkemelerine göre Filistinliler? Ya da İran rejimine
karşı özgürlük isteyen kadınlar? Hepsi bulundukları yerin teröristi, çünkü hepsi kendilerine
dayatılan düzenin haini.
İşte bugün tam da bu anlayışla yürütülüyor terör yargılamaları. Bir darbe girişimi oluyor ve
yıllar önce para yatırdığınız banka nedeniyle suçlanıyorsunuz, üye olduğunuz bir sendika,
dernek hatta iptal ettirdiğiniz dijital televizyon yayın platformu aboneliği dahi yargılama
konusu ediliyor. Hemen her gün “sivil siyaset” “demokrasi” “halk iradesi” konulu nutuklar
atanlar, belediye başkanı olunca sizin terörist olduğunuza karar verebiliyor. İktidar sahiplerini
eleştiriyorsanız zaten teröristsiniz. Eğer o iktidar sahiplerinin uzun adamını başkan yaptırmak
istemiyorsanız, yıllarca cezaevinde kalmayı göze almalısınız. Çünkü kural basit, kimin terörist
olduğuna “onlar” karar veriyor. Kural basit olduğu için terörist ilan edilmek de epey basit bir
hal alıyor. Dışarıdan bakıldığında dahi görülebilen bir gariplik bu. AİHM Selahattin Demirtaş
için verdiği kararda Türkiye’deki terör yargılamalarına ilişkin şu değerlendirmeyi yapıyor;
“Bu bağlantıyla İnsan Hakları Komiseri, Türkiye’de tutukluluğu haklı göstermek için
dayanılan delillerin artan bir şekilde yalnızca açıkça şiddetten uzak eylem ve beyanlarla
sınırlandırıldığına ve bunların kural olarak Sözleşme’nin 10. maddesi kapsamında korunması
gerektiğine işaret etmiştir.” Daha anlaşılır bir ifadeyle AİHM şu değerlendirmeyi yapıyor;
Türkiye’de pek çok insan silahlı terör örgütü üyesi ya da yöneticisi olduğu iddiasıyla
tutuklanıyor ancak pek çoğu bakımından bir silahlı eylem iddiası dahi yok.

1 Sinan Meydan, İhanetin Belgesi: “Atatürk ve Arkadaşlarının İdam Kararları”, 11.05.2020, Sözcü Gazetesi,
https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/sinan-meydan/ihanetin-belgesi-ataturk-ve-arkadaslarinin-idam-
kararlari-5805880/

3
Bu şartlar altında bir af gündeminde “terör” suçlarını istisna tutuyoruz demek “muhalefet”
olmanın gerekleriyle ne kadar uyumlu olabilir? Bu sorunun cevabını Kılıçdaroğlu ve CHP
yöneticilerinin düşünmesi gerekiyor. Elbette üstüne düşünmeleri gereken bir şey daha var;
cesaret. 1920’de Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının, 1971’de Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in,
Çin’de Uygur Türklerinin, İsrail’de Filistinlilerin terörist olmadığını savunabilenlerin sahip
olduğu türden bir cesaret. Böyle bir cesarete sahip olup olmadıkları üzerine biraz
düşünmelerini temenni ederim.
Gizay DULKADİR