Sanıldığının aksine, Avukatlar ve iktidar arasındaki sorunlar AKP iktidarı döneminin bir özelliği
olmayıp, tarih boyu devam etmiştir. Bu durum, yargının tüm mensuplarının bağımsız olduğu iddiası
karşısında, gerçek ve her gün tekrar hak edilen bir bağımsızlığa yalnızca Avukatların sahip olmasından
ileri gelmektedir. Adalete düşman her otoriter iktidarın hedefi Avukatlar olmuştur. Tarihimizde bunun
en somut örneği, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra İstanbul Barosunun kapatılması ve yaklaşan Genel
Kurul toplantısının cunta tarafından ertelenmesi hadisesidir. Avukatlar ise, bu baskı ile daima
mücadele etmiş, hatta dönemin tutuklanan ve tedavisi engellenen İstanbul Barosu Başkanı Av. Orhan
Adli Apaydın için cuntacılar tarafından kapatıldıktan sonra yeniden açılan baro binasında, 1992 yılında
yapılacak anma törenine Kenan Evren’i davet ederek “Biz, mühürlediğiniz baronun önünde bir tören
yapıp vatan haini ilan ettiğiniz, sağlığı için yurtdışına çıkmasını önlediğiniz Başkan Apaydın’ı anıyor,
hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz. Bunu, tarafınızdan hain ilan edilenlerin birer vatansever olduğunu
göstermek amacıyla yapıyoruz ve demokrasiye inandığımız için sizi de bu törene davet ediyoruz. Eğer,
daveti kabul ederseniz, konuşma imkanı bulacaksınız. Gelirsiniz, baroya hangi mantıkla mühür
vurduğunuzu anlatısınız.” demişlerdir. Yaşadığımız toprakların gördüğü en büyük faşist katillerden
biri olan Kenan Evren ise, kendisinden beklendiği şekilde, dönemin İstanbul Barosu Başkanı Av. Turgut
Kazan’ın hukuk ve insanlık dersi niteliğindeki bu satırlarla yaptığı daveti kabul etme cesaretini
gösterememiştir.
İşte Avukatların kağıt üzerinde kalmayan bu gerçek bağımsızlık hali, Molierac’ın her türlü hiyerarşiye
ve dayatmaya isyan niteliği taşıyan o meşhur Avukat tanımlamasından beri hiç değişmemiştir.
Söylediği gibi; “Görevimizi yaparken kimseye, ne müvekkile, ne hakime, hele ne iktidara tabiyiz. Bizim
aşağımızda kişilerin varlığı iddiasında değiliz. Fakat hiçbir hiyerarşik üst de tanımıyoruz. En kıdemsizin
en kıdemliden veya isim yapmış olandan farkı yoktur. Avukatlar tarih boyu köle kullanmadılar ama
hiçbir zaman efendileri de olmadı!” Molierac’ın bu isyan dolu cümleleri, yargının asi çocukları olan
Avukatların ruhunun kelimelere dökülmüş halidir. İşte bu ruhun yarattığı bağımsızlık, iktidarların
Avukatlara duyduğu nefretin gerçek sebebidir.
Peki nedir bu bağımsızlık meselesi? Tarih boyu ulusların uğruna kan döktüğü, bugün hala ölmeye ve
öldürülmeye değer görülen o yüce kavram! Bağımsızlık! Anayasada bir kelimeden ibaret olmayan,
Avukatların yaşadığı gerçek ama her gün bedeli ödenen bağımsızlık nedir?
Bağımsızlık, uğruna feda edilen yaşamlardan da anlaşılacağı üzere, her insanın hakkı olan ancak ne
yaman çelişki ki, bedeli en ağır şekilde ödenmeden gerçek manada elde edilemeyen bir özgürlük
halidir.
Bu bağımsızlığı akademisyenler de dahil olmak üzere, meslek yaşamları bakımından hakiki olarak
yaşayan tek hukukçu grubu Avukatlardır. Zira, bağımsızlığının bedelini ödeyen tek hukukçu Avukatın
kendisidir.
Mesaisi yoktur Avukatın. Gecenin bir yarısı bazen ofisinde işleri yetiştirmeye çalışır, bazen de
karakolda ifade sırası bekler. Her ayın on beşinde yatacak garantili bir maaşı da yoktur. Tehdit edilir
ama koruması yoktur. Tüm bu yoklukların karşısında, yapması gereken ödemeleri, bakmakla yükümlü
olduğu bir ailesi, çoğu zaman çalışanları ve akla gelebilecek her türlü sorumluluğunu yüklendiği,
dertlerini çözmeye çalıştığı müvekkilleri vardır. Bu zorlukların en büyük mükâfatı ise bağımsızlığıdır.
Kimseden talimat almaz. İstediği zaman istediği kişiyi temsil etme hakkına sahiptir. Dilediği şehirde,
özgürce, dilediği hayatı yaşar. Her gün kaybetmekten korktuğu bir makamı, tevziden bizim
mahkemeye düşmesin diye dualar ettiği dosyaları yoktur. Siyaset yapar, halkın içindedir. Fakültelerin
tertemiz koridorlarından, duruşma salonlarının hemen arkasındaki korunaklı odalardan bakmaz
hayata. Yeşilin, denizin, güneşin yani iyinin olduğu kadar, tozun, kirin, çamurun da, kötünün de tam
ortasındadır Avukat. Ancak bu gerçek bağımsızlığının ağır bedellerini öderken destek aldığı tek bir yer
vardır; meslek örgütü yani barolar.
Esasen baroları Avukatlar için önemli yapan, her türlü farklılıktan bağımsız bir meslektaş
dayanışmasının çatısı olmalarıdır. Baro çatısı altında yalnızca meslektaşlık hukuku geçerlidir. Elbette
herkes birbirinden farklıdır, bu farklılıklar içinde birbirlerine daha yakın olduklarını düşünenler birlikte
hareket edecektir ancak günün sonunda herkes yalnızca Avukat ve meslektaştır.
Baroların Avukatlara olan faydaları meslek yaşamları boyunca devam eder. Meslek içi eğitimlerden,
pek çok hizmet için yapılan özel anlaşmalara varıncaya dek bir baronun mensubu olmanın Avukata
pek çok faydası olur. Peki kusursuz mudur barolar? Hiçbir aksayan tarafı yok mudur? Elbette vardır
ancak en ağır aksak haliyle bile Avukatın olmazsa olmazıdır.
Baroların yani, Avukatların meslek örgütlerinin topluma olan faydası da iktidarın her zaman aleyhine
işlemiştir. Seçim günü sandık başındadır barolar, hukuksuzluğun tam da karşısındaki yerlerini almış,
halkın oylarına sahip çıkmak için sabahın ilk ışıklarında yola koyulmuşlardır. İşkenceyi raporlayıp,
iktidarı içinden çıkılması zor bir dertle baş başa bırakmışlardır. Kadının, doğanın, canlının yanında,
iktidar güdümlü sermaye sahiplerinin, eril tahakkümün karşısında yer alıp halkın hukukunu
savunmuşlardır. İktidar, kendisini öfkelendiren Avukatları tutuklatmıştır belki ama o tutuklu
Avukatların sesini bir türlü kesememiştir. Zira, bir meslektaşı tutsak edilince yüzlerce Avukat
duruşmalara koşmuş hatta dünyanın dört bir yanından başka meslektaşlarını da o duruşmalara
getirmiş, iktidar baskısı altında yürütülen yargılamaları tüm çıplaklığıyla dünyaya göstermiştir.
Tüm bunlar baro çatısı altında yapılır. Bir Avukat ya da bir grup Avukat her iktidar için aşılması kolay
bir engel iken, barolar şehirlerindeki tüm Avukatların yani savunmanın temsilcisi olarak her türlü
organizasyonu sağlar ve yapılan her işin altına imzasını atarak Avukatları bireysel olarak iktidarın
hedefi haline getirmekten kurtarırlar. İşte tam da bu meslek dayanışması, iktidarın elini kolunu
bağlamaktadır. Zira, özellikle ülkemizde tek başına olan hakim ve savcılardan farklı olarak Avukatlar,
hem alabildiğine özgür hem de meslek örgütleriyle birlikte hareket ederek, iktidarın kolay lokması
olamayacak kadar kuvvetlidir.
Tam da bu noktada AKP iktidarı baroları ele geçirme projesini devreye sokmuştur. Ülkede her geçen
gün, sayısı ve kontenjanları artan hukuk fakülteleri, sanıldığının aksine yalnızca AKP döneminin
başarısız eğitim politikasının bir sonucu değil, aynı zamanda Avukat sayısını artırarak baro seçimlerini
kazanma stratejisinin bir sonucudur. Bu uğurda iktidar, her gün başkanları televizyonlara çıkan ve
kerameti kendinden menkul, başkanı ve yönetim kurulu üyeleri dışında kaç üyesi dahi olduğu
bilinmeyen, kendince afili isimlere sahip “hukuk dernekleri” ile genç Avukatları konsolide etmeye
çalışmış, kendi örgütlenmesini güçlendirerek baro seçimlerini kazanma yoluna gitmiştir. Devamında
Milliyetçi Hareket Partisi ile olan ittifakını baro seçimleri taşımış, seçimlere iki gurubun ortak adayları
ile katılma yoluna gitmiş ancak yine başarılı olamamıştır. Örneğin Ankara Barosu’nun son
seçimlerinde Demokratik Sol Avukatlar grubunun ön seçimlerini kazanarak grup adına aday olan Av.
Erinç Sağkan geçerli 10.769 oyun 7.227’sini alarak baro başkanlığına seçilirken, Baroda Birlik ve
Milliyetçi Avukatlar Grubu adına, ön seçim yapılmadan seçimlere giren Av. Gencer Özdemir ise
oyların yalnızca 2.283’ünü alabilmiştir.
Hal böyle olmasına rağmen bugün iktidar, Ankara Barosu örneğinden gidecek olursak, Demokratik Sol
Avukatlar grubu içerisinde yapılan ve o yıl üç adayın yarıştığı ön seçimde birinci olarak, grup adına
Ankara Barosu Başkan Adayı olup, genel kuruldaki oyların yaklaşık yüzde yetmişini alarak baro
başkanı seçilen Av. Erinç Sağkan yönetiminin demokratik olmadığını iddia etmektedir. Benzer şekilde
iktidar, Ankara, İstanbul gibi, levhasına kayıtlı Avukat sayısı on binlerin üstünde olan baroların Türkiye
Barolar Birliği delege sayılarının, sayıları yüzlerle ifade edilen Anadolu barolarına göre fazla olmasını
da “antidemokratik” bulmaktadır. Bu sözde “antidemokratik” yapının demokratikleştirilmesi adına
iktidarın önerisi ise, baroları parçalamak, alternatif barolar kurmak ve Ankara, İstanbul gibi baroların
delege sayısı ile Anadolu Barolarının delege sayısı arasındaki farkı bir iki delegeye kadar düşürmektir.
Bunun neticesinde örneğin İstanbul’daki binlerce Avukat, Türkiye Barolar birliğinde bir delege temsil
ediyorken, Yozgat’ta ise onlarca Avukat bir delegeyle temsil edilecektir ve iktidar buna “temsilde
adalet” demektedir.
İşte baroların karşı çıktığı bu teklif yalnızca Avukatlara değil hukukun kendisine büyük zarar
verecektir. AKP grup başkanvekili Bülent Turan’ın yaklaşık iki gün önce “İstanbul Barosu üyesi olarak,
bu kanun teklifi nihayete ererse ilk iş, mensubu olduğum İstanbul Barosu’ndan istifa ederek ilk
kurulacak baroya üye olacağım” şeklindeki açıklaması, iktidarın yandaş barolarını kurmak için
hazırlığa geçtiğinin işareti mahiyetindedir. Artık başkanları seçimlerle, hatta ön seçimlerle belirlen
baroların yanında, genel merkez işaretiyle tek adaylı göstermelik seçimler yapan barolar kurulacaktır.
Bu barolar kendilerini finanse eden genel merkezlerinin emir ve talimatları doğrultusunda hareket
edecek, aynı Hukukçular Derneği başkanı sıfatıyla bir zamanlar Cahit Özkan’ın Fenerbahçe Orduevine
yaptığı yürüyüş gibi hukuku katleden işler yapacaktır. Örneğin Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi
üyelerinin işkence raporuna karşılık emniyete gidecek, Ankara Barosu Avukatlarına açılmayan
kapılardan içeri ellerini kollarını sallayarak girecek, ilgili emniyet mensubu ile karşılıklı çay içerek
hazırladıkları raporlarıyla aslında işkence olmadığını, şüphelilerin yalan söylediğini iddia ederek,
bireyler aleyhine delil yaratmaya çalışacaklardır.
Avukatlık mesleğinin doğasına aykırı biçimde tamamen emir ve talimat altında hareket edecek bu
“sonradan baroların” mensuplarına her kapı açılacak, o Avukatların vekaletinin olduğu taraf her
halükarda kazanır hale gelecektir. Vatandaş, tabiri caizse “lanet olsun” diyerek kapısını çaldığı yandaş
baro Avukatının, kanun sınırları dışındaki fahiş ücret taleplerini karşılayabilirse, Avukatı ile arasında
yaşanması muhtemel uyuşmazlıklarda haklı olsa dahi, yandaş baronun disiplin kurulundan Avukata
hiçbir yaptırım uygulanmadığını, suç duyurularının yine Avukatın yandaş barodan olması nedeniyle
sonuçsuz kaldığını hayretle izleyecektir. Avukatlıktan hakim ve savcılığa geçişler yandaş baroların
levhasından geçecek, iktidar yanlısı olmayan baroların mensupları, toplumun malumu olan meşhur
mülakatlarda elenecektir. Yargılamalar, AKP il ve ilçe teşkilatlarından özenle seçilmiş hakim ve savcılar
ile yandaş baro mensubu Avukatlar arasında oynanan bir tiyatro sahnesinden farksız olacaktır. Yandaş
olmayan barolar, iktidar gücü ile finanse edilen yandaş barolar karşısında zayıf kalacak, ekonomik
zorluklar nedeniyle önceden yaptıkları mücadeleleri yapamaz hale geleceklerdir. Bu bölünmenin tek
kazananı iktidar, kaybedeni ise Avukatlar da dahil olmak üzere halkın kendisi olacaktır.
İşte iktidarın çoklu, özünde ise yandaş baro projesi bundan ibarettir. Yargı bağımsızlığı sıralamalarında
son on ülke arasındaki yerini bir türlü değiştiremeyen Türkiye’de, adalet sistemindeki tek denetim
mekanizması olan Avukatların meslek örgütü ele geçirilemeyince parçalanıp, adalet mücadelesi veren
mensupları fiili olarak sistem dışına itilmeye çalışılmaktadır. Dünden bugüne görevlerini yaparken
kimseye tabi olmamayı şiar edinmiş Avukatların yerini, genel merkezinin talimatlarını emir telakki
edinen, adaleti genel başkanının doğruları olarak gören Avukatlar alacaktır. Ancak unutulmasın ki, bu
düzenlemenin mimarları ve savunucuları, ömür boyu mesleklerine ettikleri bu ihanetle anılacak, bu
kara lekeyi taşıyacaktır. Avukatlar ise, Molierac’ın tanımlamasındaki o asi çocuk olmanın hakkını
verecek, bu hukuksuzluk karşısında da mücadelelerini sonuna kadar sürdürecektir.
Av. Gizay DULKADİR