GEZGİN PİŞMANLIK!
BİR GARİP “İTİRAFÇILIK” HİKAYESİ…
Türkiye’de ve dünyada yürütülmekte olan “örgütlü suçlar” kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmaların en önemli delillerinden biri de, etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan şüpheli ya da sanıkların yani “itirafçıların” ifadeleridir. Yüksek yargının pek çok kararında da belirttiği üzere, “itirafçılar” yalan söylemekten menfaati olan kimse olarak kabul edilir. Zira Türkiye ve pek çok ülkede itirafçılar lehine hukuki düzenlemeler mevcuttur ve tüm itirafçılar bu lehe düzenlemelerden en üst seviyede yararlanmayı hedeflemektedir. Bu nedenle, itirafçı beyanlarının güvenilirliği, inandırıcılığı daima sorgulanmalıdır.
Ne yazık ki ülkemizde itirafçı beyanları pek çok yüksek yargı kararı yok sayılarak, beyanları doğrulayacak başkaca delil olmamasına rağmen hem soruşturma hem de kovuşturma aşamasında, peşinen doğru kabul edilir ve hatta aksini, savunmanın ispatlaması beklenir. Uygulamadaki bu durum, dava dosyalarında inanılması güç iddiaların bulunmasına, gelişigüzel yapılmış teşhislere ve “kuyuya atılan taşı çıkartmak” için verilen ciddi bir uğraşa dönüşüyor. Bu absürtlüğü herkesin anlayabilmesi adına, benim karşılaştığım en garip itirafçılık hikayesini sizlerle paylaşmak istedim. Bu hikayeyi okuduktan sonra akla gelecek; “böyle örgüt üyesi olur mu?” “bu beyanlar nasıl ciddiye alınır?” gibi soruların yanıtlarını ise sizlerin takdirine bırakıyorum.
İtirafçımızın adı R.D. Kendisi 1980 Samsun doğumlu bir öğretmen. R.D. soruşturma makamlarının anlatımı ile “FETÖ/PDY” üyesi olmakla suçlanıyor ve itirafçılık müessesi ile ilk kez mahkeme huzurunda tanışıyor. Kendi anlatımına göre, hakkında herhangi bir şüpheli ifadesi alınmaksızın, 2010 KPSS sorularını önceden temin ettiği iddiası ile bir yargılama başlatılıyor. R.D. bu yargılama kapsamında ilk kez itirafçı oluyor ve 2010 KPSS sürecine ilişkin bildiklerini anlatıyor. Bu yargılama kapsamında etkin pişmanlık hükümlerinden yararlandığı yani itirafçı olduğu için hakkında yalnızca 1 yıl 6 ay 12 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar veriliyor. Kısacası R.D. 2010 KPSS sorularının çalınması meselesinde parmağı olduğunu kabul ediyor.
Akabinde R.D. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen “Hakim ve Savcı Mahrem Yapılanması” soruşturması kapsamında gözaltına alınıyor ve bu süreçte de etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanıyor. Burada verdiği ifadede yapı içerisinde “Arama Tarama Mesulü” (ATM) olarak görev yaptığını ve ByLock kullandığını kabul ediyor. Elbette “etkin pişmanlık hükümlerinin” vazgeçilmezi olacak şekilde pek çok ismi de teşhis ediyor. R.D. daha önce mahkeme huzurunda etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmış olmasına ve gözaltına iken anlattığı hususlardan hiç bahsetmemiş olmasına rağmen, etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanma talebi yine kabul görüyor ve gözaltında bulunduğu Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünden salıveriliyor.
R.D. son olarak İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen “İzmir Hava Kuvvetleri Komutanlığı Mahrem Yapılanması” kapsamında hakkında bir yakalama kararı olduğunu öğreniyor ve Samsun Emniyeti’ne teslim olup oradan İzmir’e getiriliyor. Burada kendisine yöneltilen “İzmir Hava Kuvvetleri Komutanlığı Mahrem Yapılanması” kapsamında mahrem imam olduğu iddiasını da kabul ediliyor ve daha önce verdiği iki ifadede bu husustan neden bahsetmediği sorusunu “Sorulmamıştı.” şeklinde geçiştirerek, üçüncü kez etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmayı talep ediyor ve bu talebi de kabul görüyor! Bu ifadesinde de yaklaşık 4 yıllık bir süreci anlatıyor (Daha önce sorulmadığı için anlatma ihtiyacı hissetmemiş.) onlarca kişiyi teşhis ediyor. Yapılan teşhis işlemi ise özellikle askerler bakımından tam bir facia.
R.D. ifadesinde mahrem yapılanma içinde olduğunu iddia ettiği sivil kişileri detaylarıyla anlatırken, kendisinin sorumlu olduğu pek çok asker şahsın bulunduğunu ancak bu kişileri hatırlamadığını ifade ediyor. Bunun üzerine bahsi geçen döneme ilişkin yıllıklar açılıyor ve R.D. teşhis usullerine tamamen aykırı olacak şekilde, yıllık resimleri üzerinden tek tek ifadesinde hiç bahsetmediği asker şahısları “tanıyıp, tanımadığını” ifade ediyor. Bu “usulle” yapılan teşhislerin tamamının açıklama kısmına aynı paragraf kopyala-yapıştır yöntemi ile ekleniyor. R.D. bu yöntemle, ifadesinde hiç bahsetmediği, haklarında hiçbir kişisel ve özgün anlatımda bulunamadığı 42 subayı, FETÖ/PDY üyesi olmakla suçluyor ve bu subayların yargılanmasına neden oluyor.
Tahmin edileceği üzere R.D. bu ifadesi akabinde başlayan yargılamalarda tanık sıfatı ile dinlendi. Mahkeme huzurunda asker kişileri teşhis edemedi. Dahası, verdiği beyanlar yer, zaman, tarih aralığı gibi hususlarda da çelişkilerle doluydu. Ancak bahsi geçen subayların önemli bir kısmı R.D’nin bu yıllıklardan yaptığı teşhise dayanan kopyala-yapıştır ifadesi nedeniyle ihraç edildi ve yargılandı.
Şimdi şu soruları sormak gerek diye düşünüyorum;
Etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanan bir kimseden soruşturma makamlarının beklentisi, itirafçının bildiği her şeyi anlatması değil midir?
Bir itirafçıya tüm bildiklerini anlatması için üç kez şans tanınması makul kabul edilebilir mi?
R.D. her gözaltına alındığında, daha önce eksik ifade verdiği anlaşılmış olmasına rağmen neden etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanma talebi kabul gördü?
R.D. hakkındaki soruşturmaları yürüten savcılar bugün R.D.’nin “bildiği” her şeyi anlatmış olduğundan emin mi?
En az üç kez soruşturma makamlarına “eksik” bilgi verdiği tespit edilmiş bir adamın, adını bile hatırlamadığı 42 subayın kopyala-yapıştır bir metinle hayatını mahvetmesine nasıl müsaade ettiniz?
Bu soruların bende bir cevabı var elbette. Umarım sizlerin vicdanlarında da bir karşılığı olur.
Av. Gizay DULKADİR