ADİL YARGILANMA HAKKI

Adil Yargılanma Hakkı: Kapsamı, Unsurları ve Örnek Kararlar

Giriş

Adil yargılanma hakkı, bireylerin hukuk önünde eşit şekilde korunmasını sağlayan, demokratik bir hukuk devletinin temel ilkelerinden biridir. Bu hak, sadece ceza yargılamalarıyla sınırlı olmayıp, medeni hukuk, idare hukuku ve diğer hukuk dallarındaki tüm yargı süreçlerini kapsar. İnsan hakları hukukunda, bireylerin devlet karşısında korunması amacıyla geliştirilmiş olan adil yargılanma hakkı, hem ulusal hukukta hem de uluslararası insan hakları belgelerinde geniş bir şekilde yer almaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesinde güvence altına alınmış olan bu hak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesi ile de desteklenmektedir.

Adil Yargılanma Hakkının Ulusal ve Uluslararası Dayanakları

Adil yargılanma hakkı, uluslararası insan hakları hukukunun da temel bir unsurudur. Adil yargılanma hakkını detaylı biçimde düzenleyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. Maddesi şu şekildedir; “1. Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir. Ancak, demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veyahut, aleniyetin adil yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonu tüm dava süresince veya kısmen basına ve dinleyicilere kapatılabilir. 2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır. 3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir: a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek; b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak; c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek; d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek; e) Mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanmak.

Türkiye’de ise adil yargılanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesi ile güvence altına alınmıştır. Bu maddede, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak savunma hakkına sahip olduğu belirtilir. T.C. Anayasasının 36. Maddesi şu şekildedir; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” Yine Anayasamızın 37. Maddesinde de Adil Yargılanma Hakkı kapsamındaki bir kısım hakların düzenlendiği görülmektedir. Öyle ki maddede; “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.” Denilmek suretiyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki doğal hakim ilkesinin düzenlendiği anlaşılmaktadır.

Tüm bunların yanında önemle ifade edilmelidir ki; Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, bir hakkın korunmasını daha da güçlendiren unsurdur. Anayasa’nın 90. maddesi, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin iç hukuktaki yerini belirleyerek, uluslararası hukukun önceliğini kabul eder. Bu nedenle adil yargılanma hakkının hem ulusal hem de uluslararası düzeyde korunduğunu söylemek mümkündür.

Adil Yargılanma Hakkının Kapsamı ve Önemi

Adil yargılanma hakkı, bireylerin herhangi bir yargı sürecinde, haklarını eşit ve etkin bir şekilde savunabilmelerini güvence altına alır. Bu hak, yalnızca mahkemelerde değil, aynı zamanda disiplin kurulları, idari süreçler gibi yargı yetkisine sahip tüm organlarda uygulanmalıdır.

Anayasanın 36., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. Maddesinde güvence altına alının adil yargılanma hakkı içerisinde birçok alt başlığı barındıran bir haklar demetidir. Anayasa ve AİHS’nin adil yargılanma hakkı başlıkları tam olarak örtüşmemekle birlikte, mahkemeler kararlarında daraltıcı bir yorum yapmadıklarını ifade etmektedir. Bu kapsamda yargı içtihatlarıyla türetilen adil yargılanma hakkı güvenceleri de mevcuttur.

Adil yargılanma hakkı kapsamında korunan haklar; suç isnadı altındakilerin güvenceleri, kanunla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı, mahkemeye erişim hakkı, hakkaniyete uygun yargılanma, aleni ve makul sürede yargılanma hakkı olarak sıralanabilir.

Bu haklardan suç isnadı altındakilerin güvenceleri; masumiyet karinesi, suçlama hakkında bilgi alma hakkı, kendini bizzat ya da müdafii yardımıyla savunma hakkı, savunma için yeterli zaman ve kolaylığın sağlanması, tanık dinletme ve çapraz sorgu hakkı ile tercüman yardımından yararlanma hakkı olarak sıralanabilir.

Yine, duruşmada hazır bulunma ve etkili katılım, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama, doğrudanlık ilkeleri ile delil sunma, dilleri inceleme ve itiraz etme ve gerekçeli karar hakları da, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamındaki haklardır.

Sayılan hakların tamamı adil yargılanma hakkı kapsamında olup, Anayasa Mahkemesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılacak bireysel başvurularda, adil yargılanma hakkı kapsamında korunan bu haklardan hangisini ihlal edildiğinin özel olarak belirtilmesi gerekmektedir. Bu ayrım yapılmaksızın, yalnızca “adil yargılanma hakkı ihlali” kapsamında yapılan başvurular, usule aykırı olacaktır.

Adil yargılanma hakkı kapsamında yapılan bireysel başvurularda sıklıkla ihlal edildiği ileri sürülen hakların bir kısmı şunlardır;

  1. Masumiyet Karinesi: Suçluluğu ispatlanana kadar herkesin masum sayılması gerektiğini ifade eder. Bir bireyin suçu ispatlanana kadar suçlu muamelesi görmemesi, adil yargılanma hakkının en temel ilkelerinden biridir.
  2. Savunma Hakkı: Bir kişinin, kendisi hakkında yapılan yargılamada savunma yapabilme, delil sunabilme ve iddialara yanıt verebilme hakkıdır. Kişinin kendisini savunabilmesi için gerekli tüm koşullar sağlanmalıdır.
  3. Bağımsız ve Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkı: Yargılamanın, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yapılması zorunludur. Yargılama sürecinde hakimin veya mahkemenin herhangi bir dış etkiye maruz kalmaması ve tarafsız hareket etmesi gerekmektedir.
  4. Makul Sürede Yargılanma Hakkı: Bir davanın, gereksiz bir şekilde uzatılmadan, makul bir süre içinde sonuçlandırılması adil yargılanma hakkının önemli bir unsurudur. Makul sürede yargılanmama, bireylerin hak arama özgürlüğünü zedeler ve mağduriyet yaratır.
  5. Silahların Eşitliği İlkesi: Tarafların, dava sürecinde eşit şartlarda olmasını ifade eder. Bu ilke, tarafların, delillerini eşit şartlarda sunabilmesi, haklarını savunabilmesi ve yargılamada aynı derecede fırsata sahip olmasını temin eder.
  6. Aleniyet İlkesi: Yargılamaların, halka açık yapılması, adaletin şeffaf bir şekilde işlemesini sağlar. Gizli yargılamalar, adil yargılanma hakkının ihlaline yol açabilir.
  7. Gerekçeli Karar Hakkı: Mahkemelerin verdiği kararların gerekçelerini açıklaması zorunludur. Kararın hangi delillere ve yasal dayanaklara dayandığı açıkça belirtilmelidir. Bu ilke, hem kararın hukuki denetime tabi tutulmasını sağlar hem de başvurucuların haklarını daha etkin bir şekilde savunmasına olanak tanır.
  8. Mahkemeye Erişim Hakkı: Bireylerin yargı organlarına başvurarak haklarını arayabilme, adalete ulaşma ve hukuki uyuşmazlıklarını çözme hakkını ifade eder. Bu hak, adil yargılanma hakkının bir parçası olup, özellikle adalete etkin, hızlı ve tarafsız bir şekilde erişimi güvence altına alır. Mahkemeye erişim hakkı, ayrıca kişinin dava açma, savunma yapma ve mahkemelerin kararlarına karşı itiraz etme olanaklarını da kapsar.

Adil Yargılanma Hakkı Kapsamında Kimler Bireysel Başvuru Yapabilir?

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. Maddesinin açık hükmünden de anlaşılacağı üzere, adil yargılanma hakkı güvencesi “suç isnadı altındaki kişilerin” yargılamaları ve “kişisel haklara ilişkin uyuşmazlıklarla ilgili yargılamalar” ile sınırlıdır. Özetle, ceza yargılamaları bakımından yalnızca “şüpheli ve sanıklar” adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuru yapabilir. Buna karşılık, müşteki, katılan ya da suçtan zarar görenler adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia edemez.

Bununla birlikte, ceza yargılaması dışındaki bir kısım suç inatlarında da (disiplin suçları, vergi cezaları vb.) adil yargılanma hakkı gündeme gelebilir. İşbu isnatlar, suçun gerçek niteliği, suç için öngörülen müeyyidenin niteliği ve ağırlığı dikkate alınarak, adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilebilir.

Adil Yargılanma Hakkına İlişkin Örnek Kararlar

Adil yargılanma hakkı konusunda hem ulusal hem de uluslararası yargı organları birçok önemli karar vermiştir. Aşağıda bu hakkın uygulanmasına ilişkin bazı örnek kararlar yer almaktadır:

  1. Centur Turizm İnş. Konaklama Araç Kiralama ve Sosyal Hizm. LTD. ŞTİ. Başvurusu (AYM, Başvuru Numarası: 2021/390, 10 Temmuz 2024) – Mahkemeye Erişim Hakkı

Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı hâlde kısa kararın tefhiminden itibaren başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun açtığı davada kanun yolu başvurusu, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle süresinde olmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, kanun yolu başvurusunun reddi kararı nedeniyle hukuki dinlenilme hakkının, gerekçeli karar hakkının, mahkemeye erişim hakkının ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun şikâyetleri mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmiştir.

Anayasa Mahkemesi somut başvuru ile aynı nitelikteki ihlal iddialarını incelediği Rüstem Gül (B. No: 2021/26038, 22/11/2023) kararında, uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Anılan kararda Anayasa Mahkemesi; gerekçesi açıklanmamış bir hükmün tefhim edilmiş bir hüküm olarak sayılmayacağını, gerekçeli karar tebliğ ya da tefhim edilmeden kanun yoluna başvurma süresinin başlamayacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi; başvurucunun kısa kararla birlikte kararın gerekçesini öğrenemediği, dolayısıyla karar gerekçesini bilmeyen başvurucudan kısa kararın tefhiminden itibaren istinaf kanun yoluna başvurmasını beklemenin başvurucuya ağır bir külfet yüklediği bu durumda kanun yolu merciinin somut olayın şartlarında istinaf süresini, ilk derece mahkemesi kararının gerekçesi açıklanmadan tefhim tarihinden itibaren başlatmasına ilişkin yorumunun öngörülemez nitelikte olduğu, başvurucunun katlanmak zorunda kaldığı külfetin hedeflenen meşru amaçla orantısız olduğu, müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşmıştır (anılan kararda bkz. §§ 41,42). Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

Açıklanan gerekçelerle başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

2. Sevgi Özdemir Başvurusu (AYM, Başvuru Numarası: 2020/22228, 18 Temmuz 2024) – Tanık Sorgulama Hakkı

Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanığın sanık tarafından duruşmada sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

1988 doğumlu olan başvurucu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde polis memuru olarak görev yapmaktayken 22 Kasım 2016 tarihinde kamu görevinden çıkarılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle soruşturma başlatmıştır. Bu kapsamda, 3 Mayıs 2017 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle iddianame düzenlenmiştir. İddianamede, başvurucunun adına kayıtlı telefon numarası üzerinden FETÖ/PDY tarafından kullanılan ByLock isimli kriptolu mesajlaşma uygulamasını kullandığı tespit edilmiştir.

Dava, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlanmıştır. Yargılama devam ederken, Tokat Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen başka bir soruşturma kapsamında tanık M.A. başvurucu hakkında beyanlarda bulunmuş ve bu beyan duruşmada okunmuştur. M.A., başvurucunun polis okulunda eğitim aldığı sırada kendisiyle birlikte birkaç kez sohbet toplantısına katıldığını ifade etmiştir. Başvurucu, tanık beyanlarını reddederek bu tür toplantılara katılmadığını belirtmiştir.

Başvurucu, ByLock uygulamasını internet merakından dolayı telefonuna yüklediğini, ancak aktif olarak kullanmadığını ve programın kullanışlı olmadığını anlayınca kaldırdığını belirtmiştir. 16 Kasım 2017 tarihinde duruşmada, M.A.’nın tekrar ifadesi okunmuş ve bu ifadede başvurucunun sohbet toplantılarına katıldığını ancak onun bu toplantılarda aktif bir rolü olup olmadığına dair kesin bir beyan vermediği belirtilmiştir.

Duruşmaların ardından Mahkeme, başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırmıştır. Mahkeme, tanık beyanları ve ByLock kullanımına dair delilleri kararında gerekçe olarak göstermiştir. Başvurucu, istinaf talebinde bulunmuş ancak İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi talebi 6 Mart 2018 tarihinde esastan reddetmiştir. Başvurucu, Yargıtay’a temyiz dilekçesi sunmuş ve 14 Ocak 2020 tarihinde Yargıtay 16. Ceza Dairesi kararı onaylamıştır. Yargıtay, tanık beyanları ve ByLock kullanımını dikkate alarak delillerin toplanmadan karar verilmesinin sonuca etkili olmadığını belirtmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 29 Haziran 2020 tarihinde öğrendikten sonra 13 Temmuz 2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

Anayasa Mahkemesi, tanık kavramını sanığa isnat edilen fiil hakkında bilgi veren herhangi bir kişi olarak yorumlamış ve sanığın aleyhine olan tanıkları sorgulama hakkının önemini vurgulamıştır. Bu hak, adil bir yargılamanın sağlanması için gereklidir. Ceza yargılamasında, sanığın sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı tanık beyanlarının mahkûmiyet kararında tek veya belirleyici delil olup olmadığının değerlendirilmesi önemlidir. Mahkemelerin, bu bağlamda yeterli karşı dengeleyici güvenceler sunması gerekmektedir.

Anayasa Mahkemesi, somut bir duruşma öncesinde veya haricinde elde edilen tanık beyanlarının delil olarak kabulünün yargılamanın adilliğine etkisini değerlendirmek için üç aşamalı bir test önermektedir:

İlk olarak, tanığın mahkemede hazır edilmemesi için geçerli bir neden olup olmadığı kontrol edilmelidir.

İkinci olarak, sorgulama imkânı tanınmayan tanığın beyanının mahkûmiyete dayanan tek veya belirleyici delil olup olmadığı incelenmelidir.

Üçüncü aşamada, savunma tarafına sağlanan telafi edici güvencelerin yeterliliği değerlendirilecektir.

Mahkeme, başvurucunun mahkûmiyet kararında sorgulamadığı tanığın beyanlarına dayanmıştır. Tanık M.A., başvurucunun örgüt toplantılarına katıldığını belirtmiş, ancak mahkeme bu tanığı duruşmada dinlememiştir. Tanığın duruşmaya getirilmesinin zor olup olmadığına dair bir değerlendirme yapılmamıştır.

Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki tanık sorgulama hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

  1. Mahmut Basyan Başvurusu (AYM, Başvuru Numarası: 2021/39659, 01 Temmuz 2024) – Gerekçeli Karar Hakkı

Başvuru, idari para cezası ve sürücü belgesinin geçici olarak alınmasına ilişkin işleme karşı yapılan başvuruda kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddiaya ayrı ve açık yanıt verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

Mardin’de servis şoförlüğü yapan başvurucu 25/7/2021 tarihinde Mardin İl Emniyet Müdürlüğüne bağlı trafik ekiplerince alkol kontrolü amacıyla durdurulmuştur. Saat 01.05 sıralarında yapılan nefes ölçümü sonucunda düzenlenen tutanakta başvurucunun 0,34 promil alkollü olduğu belirtilmiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen tutanağa göre başvurucunun ehliyeti alkollü olarak araç kullandığı gerekçesiyle 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48. maddesinin beşinci fıkrasının ikinci kez ihlal edilmiş olması nedeniyle geri alınmış ve başvurucuya 1.679 TL idari para cezası uygulanmıştır.

Başvurucu, ailesiyle katıldığı bir düğün etkinliğinden dönerken kolluk görevlilerince yapılan uygulama sırasında durdurulduğunu, düğünde kolonya ve dezenfektan kullandığı için alkollü çıkmış olabileceğini belirterek sonuca itiraz etmiştir.

Ölçüm sonucuna itiraz eden başvurucu, kolluk görevlileri tarafından Mardin Devlet Hastanesine götürüldüğünü, burada yapılan testlerin sonucunda alkollü olmadığının tespit edildiğini beyan etmiştir. Başvuru formunun ekinde yer verilen 25/7/2021 tarihli Mardin Devlet Hastanesi laboratuvar sonuç raporuna göre başvurucudan saat 04.22’de örnek alınmış, yapılan inceleme sonucunda alkol oranı “alt ölçüm sınırının altında” çıkmıştır.

Başvurucu, Mardin 1. Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) başvurarak hakkında tesis edilen idari para cezası ve sürücü belgesinin geçici olarak alınması işleminin iptal edilmesi talebinde bulunmuştur. Hâkimlik başvuruyu reddetmiştir. Hâkimliğin gerekçeli kararında başvurucunun kolonya ve dezenfektan kullanması nedeniyle ölçümde 0,34 oranında alkol tespit edilmiş olabileceği yönündeki savunması karşısında bu durumun “ilim ve fen ile bağdaşmadığı” belirtilmiştir. Karar gerekçesinde Mardin Devlet Hastanesince düzenlenen rapor hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmamıştır.

Anayasa Mahkemesi, önüne gelen birçok başvuruda gerekçeli karar hakkının kapsam ve içeriğini belirlemiştir. Anayasa Mahkemesi özellikle açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, §§ 25, 26; Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, §§ 56, 57; Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, §§ 33, 34; Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31-39; Münür Ata, B. No: 2014/4958, 22/1/2015, §§ 37-43; Hikmet Çelik ve diğerleri, B. No: 2013/4894, 15/12/2015, §§ 54-59; Şah Tarım İnş. Tur. Ltd. Şti., B. No: 2013/7847, 9/3/2016, §§ 36-48).

Başvurucu, alkollü olarak araç kullandığı gerekçesiyle hakkında tesis edilen idari para cezası ve sürücü belgesinin geri alınması işlemine karşı başvuruda bulunurken katıldığı bir düğün etkinliğinde kolonya ve dezenfektan kullandığı için alkollü çıkmış olabileceğini ileri sürmüştür. Ayrıca kanındaki alkol oranın analiz edilmesi amacıyla olay tarihinde kendisinden Mardin Devlet Hastanesinde kan örneği alındığını ve yapılan inceleme sonucunda alkol oranının alt sınırın altında çıktığını belirterek buna ilişkin raporu da dosyaya sunmuştur.

Başvurucunun katıldığı düğünde yüksek miktarda kolonya ve dezenfektan kullandığı, bu nedenle kolluk görevlilerince alkol ölçüm cihazı ile yapılan nefes ölçümü sonucunda alkol tespit edilmesinin olağan bir durum olduğu yönündeki iddiası Hâkimliğin gerekçeli kararında karşılanmıştır. Bu bağlamda Hâkimlik “ilim ve fenle bağdaşmadığı” gerekçesiyle bu iddiaya itibar edilmediğini gerekçeli kararında belirtmiştir. Bununla birlikte alkol oranın “alt sınırın altında” olduğu tespitini ihtiva eden, Mardin Devlet Hastanesince düzenlenen rapor hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmamıştır (bkz. § 6). Diğer bir ifadeyle kolluk görevlilerince yapılan ölçüm sonucunun aksi yönünde değerlendirme içeren bu raporun neden dikkate alınmadığı gerekçelendirilmemiştir.

Başvurucuya isnat edilen alkollü şekilde araç kullanıp kullanmadığı konusunun yargılama sırasında incelenmesi gerektiği açıktır. Hâkimlik, kararın sonucunu etkileyecek nitelikte olan ve başvurucunun yargılama aşamalarında dosyaya sunduğu, alkol oranının “alt sınırın altında” olduğunu gösteren rapor hakkında gerekçeli kararında herhangi bir değerlendirmede bulunmamış ve başvurucunun bu yöndeki iddialarına ayrı ve açık bir yanıt vermemiştir. Bu eksikliği itiraz mercii de giderememiştir (bkz. § 8). Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

  1. Oğuzhan Kaplan Başvurusu (AYM, Başvuru Numarası: 2021/64508, 17 Temmuz 2024) – Tanık Dinletme Hakkı

Başvuru, idari para cezasının iptal edilmesi talebiyle yapılan bir başvuruda tanık dinletme talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

Başvurucu, bireysel başvuru konusu olayların meydana geldiği tarihte İstanbul’un Kadıköy ilçesinde içki satışı da yapan bir dükkân işletmektedir. Kolluk görevlileri 20/7/2021 tarihinde, saat 22.00’den sonra işyerinde içki satışı yapıldığına ilişkin tutanak düzenlemiştir. Anılan tutanakta 20/7/2021 tarihinde saat 01.30’da başvurucunun işlettiği dükkânın önünde izlendiği sırada dükkâna elinde bir şey olmadan giren bir kişinin buradan elinde poşetle çıktığının görülmesi üzerine durdurulduğu, yapılan kimlik kontrolünde A.İ. adlı kişi olduğu anlaşılan kişinin elindeki poşette üç adet bira bulunduğunun tespit edildiği, bu kişiyle dükkâna girildiğinde kendisini görevli olarak tanıtan Os.K.nın işyerine ait evrakı kolluk kuvvetlerine teslim ettiği, A.İ. ve Os.K.nın tutanağı imzalamaktan imtina ettikleri belirtilmiştir.

Bu tutanak, Tarım ve Orman Bakanlığı Tütün ve Alkol Daire Başkanlığına (Daire Başkanlığı) gönderilmiş; Daire Başkanlığı işyeri sahibi olan başvurucu hakkında 8/6/1942 tarihli ve 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu’nun 6. maddesinin beşinci fıkrasının son cümlesinde yer alan “Alkollü içkiler, 22.00 ila 06.00 saatleri arasında perakende olarak satılamaz.” hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle aynı Kanun’un 7. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi uyarınca 70.921 TL idari para cezası uygulamıştır.

Başvurucu, hakkındaki idari para cezasının kaldırılması için İstanbul Anadolu 1.Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) iptal başvurusunda bulunmuştur. Başvuru dilekçesinde; diğer itirazların yanı sıra ağabeyi Os.K.nın dükkânda bulunduğunu, Os.K.nın dükkâna gelen A.İ.ye sadece su ve temel gıda maddeleri sattığını, bu kişiye içki satışı yapmadığını, işleme dayanak olan belgeleri incelemek için karakola gittiğinde A.İ.nin kendi işyerinden içki satın aldığına dair beyanının alındığına dair tutanağı gördüğünü ancak olaya ilişkin düzenlenen tutanakta A.İ. ile ağabeyinin imzadan imtina ettiklerini, dolayısıyla söz konusu satışa ilişkin çelişkilerin giderilmesi için Os.K. ile A.İ.nin tanık olarak dinlenmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Hâkimlik, anılan başvuru üzerine söz konusu dilekçenin Daire Başkanlığına tebliğ edilerek dilekçede yer alan iddialara karşı Daire Başkanlığının cevaplarının sorulmasına ve idari para cezasına ilişkin işlem dosyasının Daire Başkanlığından istenmesine karar vermiştir.

Bunun üzerine Daire Başkanlığı; Hâkimliğe gönderdiği cevap yazısında uyuşmazlık konusu olayın tutanakta anlatıldığı gibi gerçekleştiğini, resmî belge niteliğinde olan tutanağın aksinin aynı değerde belgelerle ispatının zorunlu olduğunu belirterek idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğunu ifade etmiştir. Daire Başkanlığı tarafından gönderilen belgeler arasında A.İ.nin kolluk tarafından beyanının da alındığına dair tutanağa rastlanılmamıştır.

Hâkimlik, dosya üzerinden yaptığı inceleme sonunda 9/11/2021 tarihli kararla iptal başvurusunu reddetmiştir. Gerekçeli kararda Daire Başkanlığınca gönderilen belgeler üzerinde yapılan inceleme sonucunda, kolluk görevlilerince düzenlenen tutanak ile eylemin sabit olduğu belirtilmiştir.

Başvurucu; iptal başvurusunda ileri sürdüğü itirazlarını yineleyerek Hâkimlik kararına karşı itiraz kanun yoluna müracaat etmiştir. Başvurucunun itirazı İstanbul Anadolu 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin (İtiraz Makamı) 29/11/2021 tarihli kararı ile “verilen kararda usule ve yasaya aykırılık bulunmadığı” gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar 1/12/2021 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/12/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

Başvurucu, kolluk görevlileri tarafından hazırlanan tutanakta imzadan imtina eden tanıkların duruşmada dinlenmediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurunun içeriği, adil yargılanma hakkı kapsamında tanık dinletme hakkıyla ilgili olarak incelenmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilse de, tanık dinletme hakkından açıkça söz edilmemiştir. Ancak bu hak, adil yargılanma hakkının somut bir görünümü olarak zımni bir unsur teşkil etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi, suçla itham edilen kişilerin iddia tanıklarını sorgulama ve savunma tanıklarının aynı şartlar altında dinlenilmesini isteme hakkını güvence altına almaktadır.

Anayasa Mahkemesi, benzer başvurularla ilgili kararlarında tanık dinletme hakkına dair ilkeleri belirlemiştir. Savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı şartlar altında davet edilmesi, silahların eşitliği ilkesinin gereğidir. Ancak bir sanığın bazı tanıkları dinletememesi, bu hakkın ihlal edildiği anlamına gelmez; tanıkların dinlenmesinin gerekliliğini açıklamak da başvurucunun sorumluluğundadır.

Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında ağabeyi tarafından işyerinde içki satışı yapıldığı gerekçesiyle idari para cezası uygulanmıştır. Bu ceza, kolluk görevlilerinin bir tanığın dükkândan içki aldığına dair gözlemlerine dayanmaktadır. Başvurucu, ağabeyinin tanığa içki satmadığını ve tanıkların duruşmada dinlenmesi talebini Hâkimliğe iletmiştir. Ancak, Hâkimlik bu talebi değerlendirmemiştir, dolayısıyla tanıkların duruşmada dinlenmesi için gerekli çaba gösterilmemiştir.

Başvurucu, Hâkimlik kararına itiraz ettiğinde de aynı talebi yinelemiştir, ancak bu da değerlendirilmemiştir. Bu durum, başvurucunun tanık dinletme hakkından yararlanmasını engelleyen geçerli bir neden olmadığı anlamına gelmektedir. Bu nedenle başvurucunun gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamındaki tanık dinletme hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

  1. Yankı Bağcıoğlu vd. Başvurusu (AYM, Başvuru Numarası: 2014/253, 09 Ocak 2015) – Silahların Eşitliği İlkesi

 Başvurucular, kamuoyunda İstanbul Askeri Casusluk Davası olarak adlandırılan soruşturma kapsamında Deniz Kuvvetleri içerisinde fuhuş, şantaj, tehdit ve casusluk faaliyetlerini yürüten suç örgütüne üye olmak suçlarından yargılandıkları davada mahkumiyet kararı verildiğini belirterek, Anayasa’nın 36., 37., 38., 138., 139., 140. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuşlardır.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan ihbarlar üzerine büyük kısmı ordu mensubu olan başvurucuların ev ve işyerlerinde arama yapılmış ve arama sonucu çok sayıda (CD, DVD, flash bellek, hard disk gibi) dijital bellek ele geçirilmiştir.

Başvurucuların bir kısmının suç örgütü yöneticisi, diğerlerinin ise bu örgütün üyesi oldukları, Türk Silahlı Kuvvetleri personeli hakkında kişisel verileri hukuka aykırı bir şekilde kaydettikleri, devletin güvenliğine ait gizli nitelikte belgeleri temin ederek örgüt arşivine ulaştırdıkları, casusluk faaliyetinde bulundukları, özel hayatın ve haberleşmenin gizliliğini ihlal suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Bu suçlamaya temel teşkil eden unsurlar aramalarda ele geçirilen bellek içerikleridir.

Başvurucuların, yargılama sürecinde TÜBİTAK, Genelkurmay Başkanlığı ve diğer kurumların gönderdiği ve kolluk tarafından düzenlenen inceleme tutanaklarının verilmesi ile CD, flash bellek, DVD ve hard diskler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması ve bunların imajlarının verilmesi yönündeki talepleri reddedilmiştir.

İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/8/2012 tarihli kararıyla, başvurucuların, örgüt üyeliği, kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme, Devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme suçlarından cezalandırılmalarına karar verilmiştir.

Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 5/12/2013 tarihli ilamıyla başvurucular hakkındaki mahkumiyet kararları onanmıştır.

Başvurucular, diğer iddiaları yanında, davanın temeli olan ve hükme esas alınan delillere erişim sağlanmaması ve bunlara ilişkin bir inceleme yaptırılmaması nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

Mahkemeye göre, silahların eşitliği ilkesi kapsamında, yargılama sürecinde davanın tarafları arasında sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından tam bir eşitlik sağlanmış olmalı ve bu eşitlik, yargılama süresince de devam etmelidir. Yargılama sürecinde yapılan her türlü usuli işlem, delil ve karşı delil sunma, iddia ve karşı iddiada bulunma gibi hususlar da silahların eşitliği ilkesine uygun olarak gerçekleştirilmelidir. Silahların eşitliği prensibi, ceza yargılamasında sanığın aleyhine bir hukuki durumun yaratılmamasını da kapsamaktadır.

Dijital deliller üzerinde yapılacak teknik incelemenin suçların sübutu ve sanıkların bu suçlarla ilgisinin tespiti bakımından belirleyici olabileceği açıktır. Başvurucuların, dijital delillerin içindeki belgelerin kendileri tarafından oluşturulmadığı ve temin edilmediği iddiaları karşısında, bunlarla ilgili olarak etkili şekilde savunma yapmaya imkân verecek bir erişimin sağlanması ya da yargılama makamınca bu amaca uygun bir incelemenin yaptırılması gerekir.

Suçlamanın esasını oluşturan delillere yönelik savunmanın etkisiz kalmasına neden olacak şekilde erişim ve inceleme imkânı sağlanmaması, ceza yargılamasının temel işlevinin yerine getirilmemesi sonucunu doğurur. Suçlamaların temelini oluşturan delillerin suçun sübutu bakımından uygun yöntemlerle ve uzman kişilerce incelenmemesi savunmanın faydasız ve gereksiz olması durumunu ortaya çıkarmaktadır.

Bu yönüyle başvurucuların, dijital verilerin gerçeği yansıtmadığı yönündeki iddialarının araştırılması amacıyla bu deliller üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması veya bunlara ilişkin imajların verilmesi taleplerinin, dijital belgelerin içeriklerinin devlet sırrı kapsamında kaldığından ve dijital delillerin usulüne uygun aramalar sonucu ele geçirildiğinden bahisle reddedilmesinin; silahların eşitliği ilkesi yönünden adil yargılanma hakkının ihlali olduğuna karar verilmiştir.

  1. Salduz / Türkiye Davası (AİHM, Başvuru Numarası: 36391/02, 26 Nisan 2007 ) – Savunma Hakkı

Başvurucu Yusuf Salduz, 29 Mayıs 2001 tarihinde kolluk tarafından gözaltına alınmış; PKK’nın hapisteki liderine yardım amaçlı yasa dışı gösteriye katılmak ve ayrıca Bornova’daki bir gösteride yasa dışı pankart açmakla suçlanmıştır. 30 Mayıs 2001’de kolluk ifadesinde, suçunu itiraf eden başvurucu, daha sonra yetkili Savcı ve Tetkik Hakimi önünde işbu ifadenin zorla alındığını ileri sürmüştür. İzmir DGM (Devlet Güvenlik Mahkemesi)’ de yargılanan başvurucu PKK’ya yardım ve yataklık suçundan mahkum edilmiştir. Başvurucunun temyiz istemi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı kararın onanması yönündeki düşüncesini Yargıtay 9. Dairesine yazılı olarak bildirmiş, fakat söz konusu görüş başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Yargıtay 9. Dairesi İzmir DGM’nin kararını 10 Haziran 2002 tarihinde onamıştır.

Salduz davasında, başvurucu, gözaltında avukat bulundurulmadan ifadesinin alındığını ve bu durumun adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. AİHM, savunma hakkının kutsallığını vurgulamış ve kişinin avukatı olmadan ifadesinin alınmasının ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı görüşünün başvurucuya tebliğ edilmemesinin adil yargılanma hakkının ihlali olduğuna karar vermiştir. Bu karar, gözaltı sürecinde avukat bulundurma hakkının güçlendirilmesine katkı sağlamıştır.

Ülkemizdeki uygulamaya ve bilhassa Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına bakıldığında, adil yargılanma hakkı kapsamında belirlenmiş hakların tesisi bakımından bir kısım önlemlerin alınması gerektiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar, her yargılama kendi içeriği kapsamında değerlendirilecek olsa da, genel anlamda alınacak önlemler ile pek çok hak ihlalinin önüne geçileceği de aşikardır.

  1. Yargılama Sürelerinin Kısaltılması: Yargılama süreçlerinin hızlandırılması, yargı mensuplarının sayısının artırılması ve elektronik yargılama gibi modern yöntemlerin daha etkin kullanılması, makul sürede yargılanma hakkının korunması için önemlidir.
  2. Yargı Bağımsızlığının Güçlendirilmesi: Bağımsız ve tarafsız bir yargının sağlanması, adil yargılanma hakkının olmazsa olmazıdır. Bu bağlamda, yargı bağımsızlığını güvence altına alacak düzenlemeler yapılmalı ve yargı üzerinde herhangi bir siyasi veya idari baskıya izin verilmemelidir.
  3. Savunma Hakkının Güçlendirilmesi: Özellikle ceza davalarında savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, avukat bulundurma hakkının daha geniş bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Bu kapsamda, avukata erişim kolaylaştırılmalı ve yargılamalarda savunma hakkı ihlalleri önlenmelidir.

Sonuç:

Adil yargılanma hakkı, bir hukuk devletinde bireylerin hak ve özgürlüklerini korumanın temel aracıdır. Bu hak, yargılama süreçlerinin her aşamasında bireylere eşit, adil ve etkin bir yargılama imkanı tanır. Hem ulusal hukuk hem de uluslararası hukuk düzenlemeleri, bu hakkın korunmasını güvence altına almaktadır. Ancak uygulamada karşılaşılan sorunların giderilmesi ve adil yargılanma hakkının daha etkin şekilde korunması için yargı reformlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Adil yargılanma hakkı, sadece bireyler için değil, aynı zamanda demokratik bir toplumda adaletin tesisi için de vazgeçilmez bir ilkedir.

Av. Gizay DULKADİR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir